ÖFKESİNDEN BESLENİP ÇARESİZ BIRAKMAK İSTEYENLERE CEVAP: İNSANİ DEĞERLER VAZGEÇİLMEZİMİZDİR
Kürt yazar, avukat ve insan hakları savuncusu Muharrem Erbey, İsveç Parlamentosunda yaptığı konuşmada Türkiye Cumhuriyetini karaladığı gerekçe gösterilerek, 2009 yılının Aralık ayından itibaren Diyarbakır cezaevinde tutulmaktadır. PEN/Opp un bu sayısında Erbeyin cezaevinde yazdığı yeni bir makalesini yayınlıyoruz.
Türkiye; kültürler, kimlikler, halklar, inançlar, medeniyetler mozaiğidir. İnsanlığın ilk adımlarını attığı bu kadim coğrafyada adaletsizliği, eşitsizliği vurgulayan, farklılığıyla onay bekleyenlerin dilinin, kültürünün yok sayılması, homojenleştirilmesi demokrasi rejimi ile tarif edilemez. Bu düpe düz baskı ile uslandırmadır.
İnsan hakları savunucusu olarak herkesime insani-vicdani sorumluluk gereği yüreğimizi açtık, ekmeğimizi tuzumuzu paylaştık. Onları dinledik. Dertlerine merhem olmaya çalıştık.
Biz güvenlik güçlerinin uygulamalarını tespit ettik, belgeledik, raporladık. İnsan hakları demokrasinin düşünsel temelini oluşturur. İnsan haklarına uymayan rejimler meşru değildirler. Bu uygulamalar onların mahremiyeti değil, insanlığımızdır.
Atılan olumlu adımları statükonun, askeri militarist vesayetin sonlandırılmasını, demokratik açılımı destekledik.
Ama açılımın içi doldurulamadı, açılım ile 2.500 siyasetçi, gazeteci, insan hakları savunucusu, belediye başkanı, meclis üyesi, il genel meclis başkan ve üyeleri, STK üye ve temsilcileri kısaca demokrasi ve insan hakları mücadelesi yürütenleri tutuklandı.
Cezaevi sürecinin olumlu yönleri oldu. Derin bir iç muhasebe yapma, düşünme, kendini, iç sesini dinleme fırsatı buluyorum.
Çok fazla okudum. İkinci öykü dosyamı tamamladım. Uzun zamandır aklımda olan bir hikâye vardı. 1938’de Yugoslavya’dan Diyarbakır’a Kürtleri asimile etmek amacıyla gönderilenlerin günümüze kadar uzanan hikâyelerini, 1986’da Yugoslavya’da bir Türk kızı ile Diyarbakır’da bir Kürt genci arasında mektupla başlayan, Yugoslavya iç savaşı ile birbirini kaybederek kesilen aşkın, 2008’de Londra’da karşılaşmaları” konu olan bir romana başladım. Umarım dışarıda tamamlarım. Dışarıda uzak bir yerde çalışan iş makinesinin sesi, cezaevinin dışındaki köy köpeklerinin havlamalarına, gözetleme kulesindeki askerin ara ara çaldığı düdük sesinin, öten baykuş sesine karıştığı, sıcağın havalandırmadan usulca süzülüşü, 25 metre karede 4 kişinin kaldığı koğuşumuza sızdığı 3 Temmuz gecesi bunları yazıyorum. Bitişik odanın muhabbet kuşlarının cılız sesiyle, tahliye borularından akan suyun sesi odamıza doluyor.
Şairin dediği gibi; “akşam erken iniyor mahpushaneye, ejderha olsun kar etmez… “Gündüz uğraşıp, didiniyor, havalandırmada volta atıyor, beton yarıklarına rüzgârın getirdiği tohumların yeşermesiyle boy atan küçücük yeşil bitkilere, gökyüzüne bakıyorsun, zaman geçip gidiyor. Ama akşam cezaevi, cezaevine benziyor, yalnızlık yalnızlığa, mahpusluk kollarıyla seni sarıp sarmalıyor. Pencereden yıldızlara, uçup giden uçağa bakıyorum. Uçaktakileri düşünüyorum.
Akşamları eş olduğum, baba olduğum geliyor aklıma. Daralıyorum. Çaresizlik ne zor, ne zahmetli ölüm ötesi bir durummuş. Babalık tutsaklıktır. Topluma, evine, eşine, çocuklarına karşı hep tutsaksındır. Bu tutsaklık yetmezmiş gibi, çaresiz bırakılıp, dört duvara, dipsiz bir uyuya, özgürlüğün senden alınıp tıkılman ağır geliyor, çok ağır.
Düşüncelerimi ifade ettiğim için, oğlum Robin(9)’in deyimiyle; insanlara yardım ettiğim için 19 aydır kışın soğuk, nemli, yazın bakımsız bir ortamda, yetersiz beslenerek adaletin tecelli etmesini bekliyorum. Optimistim. Kürtler sadece dilini, kültürünü kamusal alanda yaşamak, öğrenmek, statü sahibi olmak, kendi yönetimine katılmak istiyor. Cezaevlerinde 123.000 insan var. Tutuklu oranı Avrupa’da %10 civarındayken, Türkiye’de %60 civarında. Tutukluluk bir tedbir olmaktan çıkıp cezalandırmaya döndü. AHİM kararları uygulanmıyor. Siyaset tıkandı.
Hak savunucuları olarak şiddette hep karşı olduk. Toplumsal sorunlar diyalog ile evrensel kıstaslara göre, demokratik yöntemlerle çözülsün istedik. 2 Ağustos’taki duruşmada bunları tekrarlayacağım.
Ben barışa, hoşgörüye, yazıya, söze, kelimelerin tılsımına, büyülü dünyasına inandım. Çaresizliğimi kelimeler yıktı. ABD-İsveç PEN ve dünyanın dört bir yanında aldığım kartlar bana güç verdi. İsveç PEN’e çok şey borçluyum. Mouks; dünyayı anlamak değil, değiştirmek lazım” demişti. Barışçıl insan hakları mücadelem, evrensel insani talepleri uğrunda kalemimi ve düşüncelerimi çekinmeden kullandım. Ben değiştirebilmişsem bazı aksak anlayışları bundan büyük onur olmaz. Hep var olun, orada olun.
Hayat; düşünceleri tutan bir hapishane olmasın, yaşatan, yeşerten bir orman olsun.