HINÇ REJİMİNDE DİRENİŞ
>>Vittnets mest värdefulla motståndsakt är att samla in den oförfalskade sanningen <<
Bir ülkede, gün geçtikçe derinleşen tiranlık anlayışıyla bir yandan bütün devlet aygıtları tek bir otoritenin iradesi altında işlevsizleştirilip, öte yandan uluslararası kamuoyunun pek inandırıcı bulmadığı askeri darbe girişimi “lütfuyla” hukuk sistemi tümüyle rafa kaldırılıyor ve ülke polis denetimine bırakılıyorsa; bir yandan şehirlerin kalbi Işid tarafından bombalanıyor, başka bir yerde yaklaşık kırk yıldır sürdüğü gibi iç savaş yaşanıyorsa; bizzat iktidara yakın dar kafalı erkekler tarafından yaygınlaştırılan mizojiniyle kadına karşı şiddet hızla artarken, ülkenin en değerli demokratlarının, gazetecilerinin, insan hakları aktivistlerinin, seçilmiş parlamenterlerin hapsedilmesiyle muhalif dil iğdiş ediliyorsa, bütün bunlar olurken askeri operasyon nedeniyle güzelim Dersim ormanları yakılıp, rant ve açgözlülük yüzünden tarihi dokular, arkeolojik alanlar yerle bir ediliyorsa; ülkesi viraneye dönmüş Suriyeli mülteciler ucuz işçi olarak çalıştırılırken, olağanüstü şartlarda yurdundan göçtürülen Kürtler oradan oraya sürükleniyorsa, o ülkede soğukkanlı ve dingin bir düşünce iklimi üretmek mümkün müdür? Kendi yararına ekonomik bir düzen kurmuş, kendi iktidar ayinini ve erginlik merasimlerini standardize etmiş, milislerini eğitmiş organize şiddet/iktidar işbirliğine karşı nasıl olur da bir insan, hem de bütün bu olup bitenlerin emperyal bir projenin parçası olduğunu bilmenin yılgınlığıyla, özgün bir muhalif dil üretebilir? Akıl almayacak ölçüde organize, birinin bıraktığı boşluğu öbürünün derhal ikame ettiği bu kötülükler dizgesini soğukkanlılıkla değerlendirebilecek durulukta yepyeni bir politik insan mümkün müdür?
Her şeyden önce o insan bugün herhangi sıradan insan değildir. O, büyük harfli bir Tanık’tır. Bu Tanık şiddet karşısında dehşete kapılarak istemsizce gözlerini yuman kişidir. Ruhunu paramparça edecek trajediden korunmak için pelür inceliğindeki karanlığa çekilir. Bu korkudan nutku tutulan, bu olduğu yerde donakalan, bu duyduklarına inanamayan ve şiddeti ancak böyle bir hayret eleğinde süzerek bilincinde taşıyabilen Tanık, saf gerçeği hayatın pornografisinden ayıklayarak zihnine ekler. Çünkü o karanlığın içinde, zihnindeki kurbanlar ve mağdurların yerine konuşabilecek ölçüde arık, çoğul bir dil üretmeye mecburdur. Ayrıca bu Tanık biliyordur ki asıl kurbanlar için artık karanlık yoktur. Suruç Katliamı’nda sonsuza kadar dile gelemeyecek olan ölüm ânları birer sır olarak toprağa düşerken, şiddeti konuşmak tanıklık edene kalacaktır. Bu güçlü Tanığın, kenardan seyretmenin getirdiği suçluluk duygusuna kapılacak vakti yoktur. Çünkü o bir alışkanlık haline gelen suçluluk duygusunun, kişinin kendini başka bir yönden önemsediği egosantrik bir oyalanmaya dönüştüğünün ayırdındadır. Son derece edilgen, çıldırtıcı düzeyde çaresiz hisseden, sadece kenardan seyreden biri olarak, iktidar güçlerinin hiç çaba göstermeden ele geçireceği, kendi kendini sansürleyen, ülkeyi alın yazısı gibi yaşayan edilgen bir kişiliğe dönüşmektense geleceği ile ilgili seçim yapar.
Açlık greviyle hayati sorumluluğu devlete sorgulatan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça gibi etkin kişilikler, ölümün eşiğinden despotizme kafa tutarken, güçlü Tanık hiçbir afallama içermeyen bu inatçı üslubu korumakla yükümlüdür. Bu yüzden ana akım medyadan kovulsa da işine devam eder, fanzinlerde yazar, matbaaya borçlanarak dergi basar, internet televizyonculuğu yapar, evinin arka odasında radyo istasyonu kurar, sosyal medyayı özgür bir yayın ağına dönüştürerek var olan muhalefeti yapıtlaştırır. Mahkemede yargılanırken savunma yapmaktansa mahkemeyi itham etmeyi yeğleyen Ahmet Şık’ın "Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet" haykırışını kendi bloğunda, what’s-up gruplarında, facebook sayfasında, twitter floodlarında dolaşıma sokar. Sokakta kendini polis, savcı, asker yerine koyan, iktidarın en güçlü payandası iktidar yandaşlarının onca tehdidine karşın Tanığı dayanıklı kılan yürekten özgürlüğüdür. Büyük harfli Tanık, siyasi tetikçilik yapan bir şahsiyet kadar serbest değildir ama haset uyandıracak ölçüde özgürdür.
Kahrolmak, kendi özvarlığını atıllaştırarak lanet okumak Tanığa göre değildir pek. Belli ki toplumu sürekli şok içinde tutarak bugünü hafızasızlaştırmaya uğraşan hınç rejiminde, onun daima uyanık kalması gerekir. Üstelik onun etkili belagate, çarpıcı retoriğe, karizmaya, şöhrete gereksinimi yoktur. Tanığın en değerli direnişi katıksız gerçeği biriktirmektir. Hiç kuşkusuz, gelecekteki etkin politik dil, kimsenin hesaba katmadığı bu tutkulu vakanüvisten çıkacak. Despotun değil mücadelenin tarihini yazmak için. Yeter ki gerçeğe kefil olacak dirençli bir Tanık olsun, yeni politika mutlaka kendi diliyle doğacaktır.