Türkiye’de Kadın Hakları
>> During the last decade, religious conservatism found a large area to grow and have pushed regulations, trying to discipline women into a domestic sphere. <<
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 1928 yılında söylediği sözü hatırlatmak istiyorum:
… Sosyal reformlar ve ilerlemeler kadınların desteği olmadan gerçekleşemez. Kadınlarını geri bırakan milletler geri kalmaya mahkumdur. Bırakınız kadınlar dünyayı kendi gözleriyle görsünler..
Atatürk’ün önderliğinde 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında yaşama geçirilen devrimlerle din esaslarına dayalı hukuk sistemi terkedilmiş yerine laik hukuk düzeni benimsenmiştir. Böylece, nüfusun büyük çoğunluğu müslüman olan bir ülkede kadın erkek eşitliği yasalarla güvenceye alınmıştır. Özellikle 1926 yılında Medeni Kanunun kabulüyle erkeklerin birden çok kadınla evlenmesi yasaklanmış tek eşlilik kuralı ve erkeğin “boş ol” demesi ile boşanma yerine, mahkeme kararı ile boşanma getirilmiş, mirastan erkek çocuğun tam pay, kız çocuğun yarı pay alması yerine her ikisinin eşit pay almaları kabul edilmiştir. “Evlenme yaşı” belirlenmesi ve “resmi nikah” kuralı kadın haklarının güvencesi olmuştur.
Osmanlı’da ve Cumhuriyetin ilk yıllarında da kullanılmakta olan Arap alfabesi yerine çağdaş batı kültürüyle köprü kurulması amacıyla 1928 yılında Türkçe ABC kabul edilmiştir. Türkiye’de kadınlar 1934 yılında milletvekili seçme ve seçilme hakkında sahip olmuşlardır. 1935 yılında yapılan genel seçimler sonucu parlamentoda kadın milletvekili oranıyla Türkiye dünyada 2. sırada yer almıştır.
Türkiye, çağdaş uygarlık düzeyine erişen yurttaşlar ile geleneksel yaşam biçimini sürdüren yurttaşların birarada yaşadığı bir ülkedir. Anayasada ve yasalarda erkekler ve kadınlar eşit haklara sahiptir. Türkiye, kadınların güçlendirilmesi amacıyla CEDAW ve Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere uluslararası sözleşmeleri onaylamıştır.
Ancak, eşit yasal haklara sahip olmasına rağmen, günümüzde kadınların gelenek veya din kuralları adına Anayasa ve başta Medeni Kanunda yer alan haklarını kullanmasının önündeki engeller aşılamamıştır. Son on yıldan beri kadını birey olarak görmeyen, din adına söylemlerle ülkeyi yönetmekte olan muhafazakar zihniyet kadının yaşam alanını aile içi sorumluluklarla sınırlamaya çalışmaktadır.
Burada, ünlü şair Nazım Hikmet’in sözünü tekrarlamak isterim: “Ben babamdan ileri, henüz doğmamış çocuğumdan geriyim” demişti. Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadına bakış açısı bu şekilde sürdükçe, ne yazık ki “yeni doğacak kız çocukları annelerinden, hatta büyük annelerinden geride” olacaklar.
Bilindiği gibi, siyasi iktidarın söylemleri de geriye gidişi hızlandıracak niteliktedir. Örneğin;
“kadınlar en az üç çocuk doğursun”
“hamile kadın sokaklarda gezmesin,
“kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsin, fıtratına terstir”
“iffetli kadın uluorta gülmemeli”
“müslüman aile, aile planlaması anlayışı içinde olamaz, anneliği reddeden kadın yarımdır, eksiktir”.. bu söylemlerden bazılarıdır.
Son zamanlarda kadın haklarında geri adımlar giderek söylemden eyleme yöneltilmiştir. Örneğin, 1990 yılında kurulmuş olan Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı 2011 yılında kaldırılmış, yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulmuştur. Oysa Türkiye’de kadının sorunu sadece aile içinde değildir. Kadınların yaşadığı eğitime erişim, istihdam, siyasal yaşama katılım, şiddet sorunları çözüm beklemektedir. Ülkemizde kadına yönelik şiddet giderek artıyor, her üç kadından biri şiddet mağduru; kadın cinayetleri durmuyor, sadece basına yansıyan sayılara göre 2014 yılından Temmuz 2017’ye kadar büyük çoğunluğu eşi, boşandığı kişi olmak üzere 1094 kadın, erkekler tarafından öldürülmüştür. Bu nedenle acilen yeniden Kadın Bakanlığının kurulmasına ihtiyaç vardır.
Türkiye laik bir hukuk devleti olmasına rağmen, siyasi iktidar adım adım dine dayalı yaşam biçimini yerleştirmeye, yasaları bu yolda değiştirmeye çalışıyor. Temmuz ayında parlamentoya sunulan Nüfus Hizmetleri Kanununda değişiklik Tasarısında, Diyanet İşleri Başkanlığının il ve ilçelerde temsilcisi olan “müftülere” “resmi nikah” yetkisi verildiği görülmektedir.
Tasarıda değişikliğin gerekçesi “vatandaşların evlilik işlemlerini kolaylaştırmak, evlilik hizmetlerine daha kolay ve seri bir şekilde ulaşmasını sağlamak” olarak belirtilmiştir. Oysa böyle bir ihtiyaç yoktur, çünkü Türkiye’de belediyelerde 919 Evlendirme dairesi vardır ve her hangi bir gecikme olmaksızın evlilik işlemleri yapılmaktadır. Nasıl daha seri işlem yapılacak, Medeni Kanunun evlilik yaşı, tek eşlilik kuralları görmezden mi gelinecek? Bu sorulara yanıt verilmemektedir. Ayrıca, Müftüye resmi nikah yetkisi vermek demek, laik hukuktan, Medeni Kanundan vazgeçmek demektir. Bu değişikliğin meclisten geçmesi halinde, sadece islam dininin temsilcisi olan müftüye bu yetki verilmiş, ama diğer dinlerden olan yurttaşların durumu gözardı edilmiş olacaktır, bu da laikliğe aykırıdır. Kadın kuruluşları ve kadın avukatlar, bu Tasarının geri çekilmesi için mücadele etmektedirler.
Bir ülkede gerçek demokrasinin ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasında temel kriterinin toplumsal cinsiyet eşitliğiyle mümkün olacağını biliyoruz. Birleşmiş Milletlerce kabul edilen ve üye ülkelerden 2030 yılına kadar ulaşmaları beklenen 14 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi arasında önemli bir ana hedef de toplumsal cinsiyet eşitliğidir.
Sonuç olarak kadın kuruluşları dayanışma içinde, erkek egemen zihniyet kalıplarının değiştirilmesi, kadınlara toplum içinde birey olarak saygı gösterilmesinin sağlanması için çalışmalarını sürdürmektedirler.
Nazan Moroğlu, LL.M
Avukat, İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü